10 Kasım 2012 Cumartesi



Fuck it! Berbat bir gündü diyebiliriz. Çok iyi başladığını düşünerek, güzel olur diye tahmin etmiştim ama olmadı. Yani çok şükür tabii bi aksilik olmadı ama. Ben O'nu özledim. Yani özlemedim de kontrolümde olmayışına taktım kafayı. Unuttu mu, naptı, netti, ne düşünüyo, aramıcak mı hiç, başkalarıyla flörte başlamış mıdır, face'e birilerini eklemiş midir?? Sorular sorular kafamda bir uğultu yaratıp bütün gün başka bişeye odaklanmamı engellediler. Şimdi hava karanlık, bürodayım, bugün Ankara ekstra bi soğuk sanki. Bütün gün tek bi insan evladı görmeden büroda oturmak, br ses duymadan, o kadar zor geliyor ki hele bugünlerde.. Düşünüyorum ohhh beyefendi kalabalıklar içinde gülüp eğelniyordur aklına bile gelmiyorumdur belki. Bense youtube'da Sıla'ya Sezen Aksu'ya rastlamamak için kırk takla atıyorum. Bugün bir aptallık ettim yine çok yalnız hissettiğim bir anımda. Az tanıdığım ya da çok da haz etmediğim yaklaşık bi 20 kişiyi face'ten ekledim. Gerçi onun 600 kişilik face listesinin yanında benim 200 kişimin lafı olmaz herhalde ama. Eminim duysa kızardı. Ama itiraf ediyorum ki ben de gönül rahatlığıyla ekleyemedim. Aslında ne manasız şey bu Facebook filan değil mi, resmen büyük oyuncağı. Çocukların yaptığı her şeyi yapıp sonra da kabullenmememiz ne komik.

Kafam o kadar dağınık ki ne yazıyorum şu an, ekrana dönüp bakmadım bile. Saçma sapan bişey olmuştur eminim. Ama üzülcek bişey yok, nasılsa kimse okumuyor. Bazen bir ses istiyorum, bazen bi ortak derdime. Bazen çok sevilmek istiyorum. Düşünülmek.. Ama elimizdekiyle yetinmek asıl mutluluğu doğuracak sanırım. Çünkü istemenin sonu yok.

9 Kasım 2012 Cuma

Küçükken bi film izlemiştim ; Şeytanın Avukatı. İşte o zamanki aklımla "Vaov! Ben de böyle gizemleri ortaya çıkarıcam!" diye düşünüp, hedefimi o günden koymuştum. Allah yardım etti gerçekten de hukuk okudum. Ve yaklaşık bir ay önce stajımı bitirerek avukat oldum.

Her zaman kendi ofisim gibi hissedeceğim bi yerde çalışmak, patronla iyi geçinmek, işlerin idaresini ele almak isterdim. Gerçekten yine Allah yardım etti çok iyiniyetli bir avukatın yanında çalışmaya başladım.

Ee buraya kadar her şey güzel sorun nerde? Sorun şurda; eski sevgilim yani 5 gün önce ayrıldığım sevgilim herkesin çok çok iyi bildiği arabaların satıldığı, boruların imal edildiği şu çook kurumsal büyük şirkette çalışıyor yaklaşık 1 yıldır. Her gün tanıştığı insanın haddi hesabı sayısı yok.  Çalıştığı yerde karılar kızlar fink atıyor işi gereği de hepsiyle devamlı iletişim halinde. Yok Gonca'ya kağıt imzalattım yok Helin'e raporu sundum yok sigara içmeye çıktık yok servise bindik yok eğitime gittik. Kimseye de hanım,bey demek yok. Neymiş, "bizim şirketi öyle bi politikası yok." Bi gün şunu diyeceğimi hiç düşünmezdim ama SİZİN ŞİRKETİN POLİTİKASI CAMDAN ATLAMAKSA SEN DE ATLICAK MISIN! Hal böyle olunca benim hayallerimin işi, birden gözümde sıkıcı, yapayalnız, haddinden fazla ciddi ve maaşı  asgari ücrete yakın bir yerlerde gezinen bir yere sahip olmaya başladı. Bizimkinin maaşı ise, her sattığı 'şey'den aldığı primlerle ufuuuu aldı yürüdü 1 senede minik çaplı bi servet yaptı diyebiliriz.

Gel zaman git zaman ben işimden iyice soğudum. Gelecekte çok iyi bir avukat olma imkanını elimin tersiyle itip, çok insan çalışan bi şirkette kapıda oturan kız olmaya bile razı olmaya başladım. Ben bütün gün youtube'da komik videolardan girip, alışeriş sitelerinden çıkarken, beyefendi sosyalliğin dibine vurup mutlu mesut bir gün geçiriyordu. Arıyorum, açmıyor. Mesaj atıyorum cevap yok. Akşam soruyorum "gelen giden inanılmaz çoktu çok yoğundum." E ben de bütün gün büroda tek başımayım biliyor, içi rahat. kendi başı ağrımadığı için de bana sürekli "aşkım iş yapıyorum ne var bunda??!! Bence her çift ille her gün konuşmak zorunda değil telefonda??" diyiveriyordu.

Du. Artık diyemiyor çünkü yok. Ve gariptir ki ben artık işimi daha fazla sevmeye başladım. Daha şevkle çalışıyorum. Çünkü artık kendimi devamlı kıyasladığım biri yok. Gizliden gizliye kıskandığım, meraklandığım. "Off keşke mühendis olup şantiyelerden çıkamasaydı, tek muhattap olduğu insan İbrahim Tatlıses'in ünsüz versiyonu işçiler olsaydı." dediğim biri kalmadı.

Belki artık O da hayatında herkesi didik didik eden biri kalmadığı için çok daha rahattır. Belki artık o birikte çalıştığı benny benassi klibinden fırlama karılara mavi boncuk dağıtıyor, arkalarından bakıp iç geçiriyordur bile. Ama dedim ya, tuhaf bir huzur var içimde. Sanki artık kıskanmaktan o kadar yorulmuşum ki, bilmemek bile daha rahatlatıcı geliyor. Oysa bundan 1 hafta önce bilmediğim yeni bir isim duysam aklım götümden çıkardı. Gerçekten en iyi çare zaman, en iyi öğretmen hayat galiba.

Sürekli olan bitenden bahsetmek istiyorum. Sürekli onu bunu arayıp "faceden nası kaldırdı bi anda ya resimleri, hayret bişey. Bu neyin göstergesi sence? Kararlı mı?" diye ağız aramak, alacağım cevaplardan memnun olmamak devamlı "ama.."lı cümleler kurmak istiyorum. Bi zamanlar, nasıl bu kadar deli sevebildiğine şaşırıp kaldığım adamı, o günlerin hatrına ele güne karşı savunuyorum.

Evet, belki ayrılan bendim. Hem de sinirle. Ama o da İstanbul'a benden uzağa -hele hele amaç Autoshow'u gezmekse - gitmişken benden ilgisini sevgisini eksik etmeyecekti. Öbür türlü aha da metropolü gördü beni unuttu diye düşünmem çok doğal. Ayrıca "neden benle bişe psylsşmıyorsun"lu sorularıma "Ablamla hasret gideriyorum" gibi dünyanın en sikko bahanesini bulmayacaktı. Twitter'da yazdığı şeyin amacı bana laf sokmak mı olduğunu sorduğumda  "Sana her yaptığımın hesabını mı vercem" diyip telefonu suratıma kapatmayacaktı. Adam gibi diyecekti ki "yaa çok bunaltıyorsun şurda senden uzakta iki dakka rahat ver." Madem iki türlü de ayrıldık, bari adam gibi nedenlerimiz olurdu.

Şimdi burdan böyle anlatınca da, kıyamadım O'na. Yani hakkını yemek istemem. 4 yıldır eşsiz bir aşk yaşattı bana. İyi anlaşıyorduk anlamında değil, beni hiç böylesine seven böylesine sahiplenen düşünen olmamıştı anlamında. Çok erkeğin kaldıramayacağı şeyler yaptım, büyük laflar ettim, büyük boklar yedim. Ağlaya zırlaya döndü bana her seferinde. Ama tüm bu geçmişe sırt dayamak bi yere kadar. O da insan nihayetinde ve yoruldu sanırım.

Bugün ayrılığımızın 5. günü. Duygularım tüm hızıyla bir yukarı bir aşağı oynamaya devam ediyor. Her biri birbirinden manken karılarla dolu şirketini, her gün tanıştığı onlarca yeni insanı, iş çıkışı arkadaşlarıyla yaptıklarını artık bilmediğimden garip bir huzur var içimde. Yani artık benin kontrolümde olmayan bişey için hayıflanmıyor bünyem, sanki 5 gün önce "napcaksınız, kız gelcek mi? gelirse haber ver. Söyle ama tamam mı?" diyen bi insan nası oluyor da ayrıldık diye hemen "naparsa yapsın ben görmiyim de.." diyebiliyor?

Ankara'da devamlı yağmur var hava çok kapalı. Dün o kadar çok yağdı ki gece şıp şıp seslerle uyandım, tavanım akmış. O ritmik seste uyuyamadım tekrar tabii,doğruca salona gittim. Havalar böyle oldu mu ben daha mutu oluyorum. Sanki şehir benim üzüntmü paylaşıyor, anlıyor gbi geliyor. Ve tabii, O böyle havalardan nefret ederdi, inşallah mutsuzdur ve mutsuzluğuna mutsuzluk katılmıştır. Havalar böyle oldukça içi daha da bi fenalaşıyordur.

6 Kasım 2012 Salı

Ölüm gibi bir şey

Adliye kadar mutsuz bi yere dünya üzerinde az rastlanır. Herkesin derdi var, herkes çaresiz. Avukatlar bıkkın, stajyerler her zaman yorgun. Hakimler desen suratsız, yaşlı, ciddi. Adliye kirli krem renginde. Duvarlari pis, camlari pis, dosyalari pis.

Ama bugun adliyeden daha mutsu biri var etrafta; ben. 4 yıllık sevgilimsiz, deli gibi aşık olduğum adamsız geçen 2. Günüm. Şu anki ruh halime göre söyleyebilirim ki ağaçların nasil hissettigini anlayabiliyorum. Öylece duruyorlar. Ama canlılar! Rüzgar esiyor sallaniyorlar yaptak dokuyor, sonra geri açıyorlar. Ama öyle olmasi gerektiği için. Bomboşlar, boomboş bakıyorlar etrafa. Bir ağaç gibiyim bugün yaptığim her sey rutinden. Ara ara burnumun direği sızlıyor gözlerim doluveriyor. O an ağlayacak kadar bile özgür değilim. Bir ağaç gibi, köklerim çok sağlam , bağlıyım, hareket edemiyorum.

Bugun ona bir mesaj attim. Onemli bir sey soyledim kendimle ilgili. Cok endiselenir onemser sandim. Donuk donuk bir seyler soyledi. Şaşırdım, bu beni hırslandırır ona kızarım sandim, o dedigim sey gerceklesmedi bir an bile.
4 yılın icinde yasadigimiz 269918 tane ayriliktan daha farkli oldu sanirim bu sefer. Sakince, sessizce, tek bir mesajla. Öylece.

Ölüm gibi bir şey oldu, ama kimse ölmedi.

4 Kasım 2012 Pazar

Hiç kimsenin beni bulamayacağı bir yer olması ne güzel, üstelik gerçekten kaybolmamışken.
Yani bedenim şu an odamda, yatağın üzerinde rahatsızca oturuyor.
Ama ruhum bir hışımla ayaklandı sinirle, nereye gidecek hiç bilmiyorum.
Kimsenin okumaması güzel. Kimsenin tanımaması. Ama birilerinin de dinleyip onaylamasına hak vermesine ihtiyaç duyuyorum sanırım.

Ben Desdemona. Neden Desdemona? Çok da düşünmedim üzerinde. Ben, dedim. Ben neyim!? İlk aklıma gelen kıskançlık oldu, maalesef. Ben çok kıskancım. Ben çok güvensiz, bir şey üzerinde aşırı düşünen, devamlı didikleyen biriyim. Başkasına sorsam öyle demez. Aaa Desdemona, koskoca avukatsın, güzel kızsın. Her şeye sahipsin. İşin var ailen, sağlığın. Çok şükür var tabii, ama onları kaybetmekten o kadar çok korkuyorum ki. Bu korku sağlıksız bir hal alarak bunların keyfini çıkaramamaya başladım, uzuuun bir süre önce.

Othello Sendromu diye bir şey varmış tıpta. Aşırı kıskançlık sendromu. Hiç açıp okumadım, okuyunca biliyorum ki üzerime cuk diye oturacak.

Kıskançlık demişken ; öyle şu kızın güzelliği bu kızın saçı değil ha! Düpedüz sevgilimi kıskanıyorum ben. 4 yıllık, on-off ilişkimizin kavgalı tartışmalı anlaşmazlıklarla dolu ilişkimin en az benim kadar hatalı tarafı; sevgilim. 

Ben Desdemona isem o da olsa olsa Othello'dur